Tuesday, September 6, 2016

Ağustosun son haftasında birkaç arkadaşımla birlikte yaptığım İstanbul gezisi ile ilgili bazı detayları paylaşmak için bu blogu oluşturdum.

Sanırım Roma gezisi için yaptigim araştırma sırasında Constantine the Great hakkındaki bir kaç detay ile oluşan küçük merak kıvılcımı oluşturdu. Diğer kıvılcım ise, Taksimden Atatürk havalimanına gitmek için bindiğim otobüsün normal güzergahını değiştirip, Haliç Atatürk köprüsünden hemen sonra sola dönerek izlediği güzergahta gördüğüm bazı detaylardan sonra doğdu. Bu yolculukta İstanbulun surları, bazı sur kapıları ve uzaklardan gördüğüm ama hayran kaldığım bir cami, Edirnekapı Mihrimah Sultan cami önemli bir yer tutar. Tabi caminin ismini bilmiyordum ve hemen cep telefonumla bir fotorafını çektim. Eve gelince GEO location ile harita üzerinde adını buldum. Ardından İstanbulda bulunan Bizans döneminden günümüze ulaşan küçük camiye çevrilmiş veya binalar arasında kaybolmuş yapıları araştırmaya başladım.

Mimar olan kardeşimin okuldan arkadaşı Ozan ile irtibata geçtim. Kendisinin Bizans mimarisi üzerine olan ilgisini kardeşimden çok dinlemiştim. Gezi sırasında kendisinin paha biçilmez dağarcığından çok yararlandım. Aynı zamanda Okuldan arkadaşım Kaya ya  gezi için eşlik eden .... de paylaşımları ile geziye renk kattı.

Gezi sırasında, bizim tembelliğimizden mi diyim, yoksa düşük bütçeyi sevmemizden mi yoksa başka bir etkiden mi bilinmez, bazı kalıntıların bir şekilde günümüze ulaştığını da gördüm. Bunların en güzel örneğinden birkaçı eski adı Odalar cami olan bir bizans Kilisesinden bozma caminin yıkıntıları üzerine inşaa edilen bir gecekondu, adını bilemediğim bir başka kalıntının bir lastikçi atölyesinde sıkışıp kalması.

Bana değişik hisler yaratan iki olay, Ozanın lastikçi atölyesinde araya sıkışmış olan kalıntılardaki tuğlalarda gösterdiği el izlerinin canlılığı ve Yavuz Sultan Selim caminin avlusundan bakarken fark ettiğimiz Eski İmaret ve Vefa camilerinin kubbeleriydi. Beton bozkırında açan 2 küçük çiçek gibi, yüzyıllar ötesinden ayakta kalma mücadelesi veren bu iki bina. Küçücük kalmış ama hala sevimli duran hallerini maalesef içerden görme şansımız olmadı.

Kariye müzesindeki muhteşem mozaikler, Fethiye camisinin müze kısmında da binaların Osmanlı ve Bizans mimarisini yanyana görme şansı. Bunlarda çok ilginçti.

Geziye ait detayları gezdiğimiz eserlerle beraber aşağıya aktarmaya çalıştım. Yıllarca üzerinde yaşadığım şehri, doğduğum şehri tanımadığım için utandım. Ama hiç birşey icin geç değil.

Gezilen yerleri tek tek anlatmaya calisacagim diger postlarda.

No comments:

Post a Comment